7 Ocak 2019 Pazartesi

Ahlak Anlayışının Çöküşü ve Topluma Etkileri

Hukuk, adalet ve eşitliğin öğretilmesi gereken bir fakültede öğrenci kopya çekerken yakalanıyor. HUKUK Fakültesinde bunun bile yaşanması yaşanması yeterince korkunç değilmiş gibi, üstüne aynı öğrenci görevini yerine getiren bir öğretmeni önce silahla vuruyor, sonra üstüne sayısını kendi bile hatırlayamadığı bıçak darbelerini indiriyor...

Toplumda ki ahlak anlayışı çökerse bu tüm alanlara yavaş yavaş sirayet edecek ve toplumun tüm dengeleri bozulacaktır. İnsanların dini inançları sadece kendilerini etkilerken, ahlak anlayışında ki çarpıklıklar tüm toplumu etkilemektedir. Ülkemizde son yıllarda artarak devam etmekte olan kadın cinayeti, çocuk istismarı, kontrolsüz öfke v.b. gibi davranışların temelinde zayıf ahlak ve ayrışma yapısı yatmaktadır. İnsanlar her durumda birbirinden ayrışmak için sebepler üretebilmekte ve bu sebeplere son derece sadakatle bağlanıp kolayca birbirine öfkelenebilmektedir.

Siyasi ideoloji farklılıklarından, ırk ve mezhep farklılıklarına hatta yeri geldiğinde cinsiyet ayrımından bile şiddet içerikli olaylar yaşanan bu günlerde öncelikle toplumu bilinçlendirmek ve ahlak anlayışını hızla güçlendirmek elzem bir ihtiyaç haline gelmiştir.

"Ahlâkı toplum tarafından inşa edilmiş ve sosyal işlevi olan bir kurum olarak gören Durkheim, ahlâkın evrensel kurallarını ulaşmanın mümkün olamayacağını düşünür. Ona göre ahlâk, her bir toplum tipi içinde ortaya çıkan özel sorunları çözmek için geliştirilmiş davranış kuralları demetidir. Ahlâkın ve hakların doğasını tarih ve etnografya belirler (Cladis, 2003: 136). Toplumsal yapı ve toplumsal ilişkilerin değişimiyle ahlâk kuralları da değişir, işlevsizleşir ve yenileri ortaya çıkar. Ahlâk kurallarının “belli bir zamanda şöyle ya da böyle olmasının nedeni, o zamanlar insanların içinde yaşadıkları koşulların onun başka türlü olmasına olanak vermemesinden dolayıdır” diyen Durkheim’ın (2006a: 56), “kanunlar, olayların özelliğinden doğan zorunlu bağlardır” diyen Mostesquieu (1998: 49) ile aynı düşündüğü görülür. (Özyurt, C. (2007). )"
Yukarıda Durkheim'in ahlak anlayışı ile ilgili görüşleri yer almaktadır. Bir çok sosyolog ve toplum bilimcisi de ahlağın evrensel değil, toplumsal ve tarihsel olduğu yönünde söylemlerde bulunmaktadır. Bu durumda toplum içerisinde düzeni temin etmek için ahlakı en ön sıraya koymak gerekmektedir. Ne yazık ki Ülkemizde bir çok konuda olduğu bu konuda da öncelik karmaşası yaşamaktayız. Gerçekten önemli olan konuları unutup gereksiz detaylar ile gündem yaratmak ve halkı bu gibi konularla meşgul etmekten çağa ayak uydurmayı, birbirimizin halinden anlamayı ve daha bir çok şeyi kaçırıyoruz. Bir akademisyenimizin öğrencisi tarafından öldürülmesi, sadece haber bültenlerinde 45 saniye anlatılan bir haber olmayıp, tüm toplumun kendisini sorgulamasına yol açan bir durum haline gelmeli. Magazin programları bu konu hakkında saçma sapan yorumlar yapmamalı. Burada cahillik ile doğru yollarla savaşmamanın etkilerinin görüldüğünü düşünüyorum.

Her sene yaşanan garip tartışmalar var mesela. Sakız orucu bozar mı? Mars'ta ki su ile abdest alınır mı? v.s. Biz marsa nasıl gideceğimizi düşünmek yerine gittikten sonrasını hayal ediyoruz. Ülkemizde gerçekten açlık sorunu yaşayan onlarca çocuk varken, biz hayvan hakları ve hayvanlara yardım için daha fazla çaba sarf ediyoruz. Şehitlerimizi ve şehit yakınlarımızı sadece özel günlerde veya birileri tekrar şehit olduğunda hatırlıyoruz. Kadın cinayetlerini sadece bir kadının canına kıyıldığında hatırlıyoruz. Bir kadın hayatını kaybettiğinde bunun sebeplerini ve çözüm yollarını aramak yerine herkes birbirini suçlayarak durumu eleştiriyor. Toplumda ayrışmayı, ayrımcılık yaparak eleştiriyoruz ve bunun farkında değiliz. Kin tutmanın kötü bir şey olduğunu, kin kusarak anlatmaya çalışıyoruz. Tıpkı elinde sigara ile çocuğuna sigaranın zararlarını anlatan bir baba gibi...

Yapmadığımız her şeyi karşımızdaki insanlardan bekliyoruz. Saygı duymadığımız insanların bize saygı duyması gerektiğini düşünüyoruz. Herkesi bir kalıp içine sokmaya çalışıp bunu yaparken bunun kötü bir şey olduğunu söylüyoruz. Hiç kimse "Biz suçluyuz" diyemiyor. Ve kimse çözüm bulmak için çabalamıyor.

Sonuç: Herkes suçlayacak birilerini buluyor. Ortada suçlu olan yok mu? Tabii ki bu durumlardan birinci derecede suçlu olan birileri var. Evet onların suçlu olduğunu dile getirmek gerekiyor.

O öğretmenin canına kıyan çocuğa kızarken onu bu hale getiren sistemi ve sistem içerisinde ki enstrümanlarıda değerlendirmek gerekiyor. Ülkemizde yaşayan tüm vatandaşların özeleştiri yapması gerekiyor. Kopyasını yakaladığı için gencecik bir öğretmenimizin canına vahşice kıyan birisinin yetiştiği toplumda herkesin kendisini sorgulaması gerektiğini düşünüyorum.

Ben bir üniversite personeli olarak, haberi aldığım andan beri kendimi sorguluyorum. Acaba çevremde ki gençlere yeterince faydalı olabiliyor muyum? Onların bu şekilde bir canavara dönüşmesini engellemek için yapabileceğim bir şeyler var mı? Başka öğretmenlerimizin, kadınlarımızın, çocuklarımızın, sokak hayvanlarımızın bu gibi katliam ve vahşete maruz kalmaması için ben ne yapabilirim? diye kendime soruyorum.

Hayatını kaybeden öğretmenimize rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.

Sürçülisan ettiysem affola.
Sevgi ve saygılarımla.

Ülkemizde bu insanlık dışı olayların giderek azaldığı,

Ahlakın her şeyden daha değerli olduğu bir toplum olabilmek ümidiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Akademik Üretim Galaksisi: Ya Akademik Kütüphaneler Birer Kara Delikse?

Kara delikler her zaman bilim insanları için büyük bir merak konusu olmuştur. Karadelik kavramının ortaya çıkışı, 18. yüzyılın ...